Halk Hikayeleri

PEHLİVAN

1900’lü yılların başındayız. Köçekli ve yakın köylerinde yaşayan insanlar tuz ihtiyaçlarını karşılamak için Kargı’ya gitmektedirler. Karadedeoğlu Köyü’nün Hebiloğlu Mahallesi’nden dört arkadaş tuz getirmek için Kargı’ya giderler.
Kargı yakın bir yer değildir.Dönüşte çuvallar dolu olduğu için yol daha da zorlaşmaktadır. Dört arkadaş Boyabat’a bağlı Düzkaraağaç Köyü’nde dinlenmeyi düşünürken köyden gelen davul sesi ile irkilirler.Köyde görkemli bir düğün vardır. Bölgenin en meşhur pehlivanları güreş tutmak üzeredirler.
Dört arkadaştan biri Seldiri diye tanınan, iki metre boyunda, elleri bir yaba kadar büyük, iri yarı ve hiç güreşten anlamayan biridir.
Hoş beşten sonra düğün sahibi Seldiri’ye sorar:
-İyi bir pehlivana benziyorsun, hangi ağanın pehlivanısın?
Seldiri bir sorana bakar, bir arkadaşlarına. Hiç bozmadan cevap verir:
-Karadedeoğlu Köyü’nden Abbas Ağa’yı tanır mısınız? Ben O’nun pehlivanıyım.
-Abbas Ağa’yı elbet tanırız. O’nun pehlivanısın ha? Der ve tepeden tırnağa Seldiri’yi süzer.
Pehlivanlar hazırlanır. Seldiri’nin rakibi civarın en güçlü ve tanınmış pehlivanıdır. Daha kısa boylu olmasına rağmen çok güçlü olduğu ilk tutuşmalarda belli olur. Seldiri’nin dizleri titremektedir. Bir iki el enseden bile başı dönmüştür. Gerçek pehlivan hızla Seldiri’ nin üzerine atılır. Korkudan ne yapacağını şaşıran Seldiri iyice aşağı eğilir. Savurduğu elense boşa giden pehlivan dengesini kaybeder ve eğilmiş durumdaki Seldiri’ye de dolaşınca sırtının üstüne düşer. Rakibini yerde gören Seldiri doğrulur ve gür sesiyle bağırır;
-En iyi pehlivanınız bu mu? Ben böylelerini elimi bile sürmeden yenerim.

Harun Reşit ŞİMŞEK / Halk Eğitimi Merkezi Öğretmeni

SINIF 1 ( Çetmi)
Öğretmen günün son dersini yapmaktadır. Ders Türkçe’dir. Üçüncü sınıfın kitabında yer alan bir okuma parçası sesli olarak birkaç öğrenciye okutturulur. Okunmakta olan parçada şunlar yazılıdır. “Mevsim bahardı. Hava çok güzeldi. Az ileride çocuklar top oynuyorlardı.”
Okuma sırası okuma güçlüğü çeken Pakize’ye gelir. Kendisinden önce okuyanlardan duyduğu kadarıyla ve aklında kalanlarla Pakize de okumaya başlar.
“Mevsim bahardı. Hava çok gözeldi. Az öte yanda uşakla top oyniyele.”

 

SINIF 2 (Yibo)
Ders Fen Bilgisi’dir. Dersin öğretmeni havanın güzelliğinden faydalanarak ders
bahçede yapmaya karar verir. Bütün sınıf topluca bahçeye çıkar. Dersin konusu canlılarda üremenin nasıl olduğudur. Öğretmen konuyu açıklayarak ve güzel örneklerle süsleyerek anlatır. Her öğretmenin yaptığı gibi dersin sonunda konunun anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol etmek amacıyla sınıfa sorular sormaya başlar. Son sorusu sınıfın haylazlarından birinedir.
-Bazı canlılar sporla çoğalırlardı. Bunlara bir örnek verebilir misin?
-Hocam bundan kolay ne var. Beden Eğitimi Öğretmenleri.
SINIF 3 (Fatih)
Soner öğretmen Sosyal Bilgiler dersinden sınav yapmaktadır.Test tipinde soruların yanında açıklamalı sorular da vardır.Dersin sonunda sınav kağıtları toplanır.Değerlendirilmek üzere eve kadar götürülür.
Değerlendirilme tamamlanmıştır.Çok başarılı cevapların yanında ilginç cevaplara da rastlamıştır.
Bunlardan bir tanesi diğer ilgi çekici cevaplara göre daha öne çıkmaktadır.
Soru: -Küçükbaş hayvanlara örnekler veriniz.
Cevap: -Karınca, böcük, çökürge, aru…

 

SINIF 4 (Çetmi)
İlkokulun beşinci sınıfını okuttuğum yıldı. Bu okulda ikinci yılımdı ve ilk defa beşinci sınıflara ders veriyordum. Hemen hemen her dersten basit sınavlar yaparak sınıfların düzeyini ölçmeye çalışıyordum. Sıra Sosyal Bilgiler dersine gelmişti.
Sorulardan bir tanesi şu şekildeydi:
-Anadolu’da kurulmuş olan beyliklerden bildiklerinizi yazınız?
Cevabı da aynen şu şekilde verilmişti:
-Şabanoğulları, Abizittinoğulları, Dağdelenoğulları, Gelmeyenoğulları.
AŞICILAR
Kastamonu ilinin en önemli sorunlarından biri de göçtür. İş alanlarının azlığı sebebiyle köylerimiz sürekli olarak göç vermektedir. Bu nedenle köylerimizin nüfusu çok azalmış ve yaş ortalaması yükselmiştir. Artık köylerimizde çocuk sayısı yok denecek kadar azalmıştır.
Sağlık ocakları dönem dönem köyleri ziyaret ederek çocukları aşılama çalışması yaparlar. Bu ziyaretlerden birinde sağlık ekibi Karadedeoğlu Köyü’ne gelirler. Köy muhtarı tarafından karşılanırlar. Sağlık ekibindeki doktor muhtara yaklaşır ve sorar:
-Muhtar köyünüzün nüfusu kaçtır?
-23 Kişiyiz doktor hanım.
-0-5 Yaş arasında kaç kişi var? Çocuk felci için aşı yapmaya geldik.
-Doktor hanım, 0-5 yaşında kimse yok! Amma 55-75 arasında insan lazımsa hepsini çığıralım.

 

İKİ KARILI ARKADAŞ

Abbas Ağa, Kılıçlı Köyünde konuk olur. Konuk olduğu evin sahibi çok samimi olduğu bir arkadaşıdır. Kış mevsiminde oldukları için hava da soğuktur. Bu nedenle olsa gerek Abbas Ağa ciddi şekilde hastalanır. Mecburen birkaç gün fazladan kalmıştır. Civar köylerde tanınan bir kişi olduğu için arkadaşı ve diğer köylüler de hastalığı süresince başından ayrılmazlar. Şakayı seven bir insan olduğu için yataktayken bile kendisine şaka yapılmasına sinirlenmez ama sanki bir fırsat bekler gibidir.
Arkadaşının güler yüzle gelişi beraberinde başka hadiseler olacağının belirtisidir sanki.
-Abbas Ağa, durumunda pek düzelme yok. Bu hastalık seni götürecek galiba.
-Tövbe di lan! Ağzından yel alsın.
-Yok yok sen iyi deyilsin, Allah aşkına çekinme. Son isteğin neyse herkes buradayken söyle .
– Pekiyi ağa, sen ısrar ittin. Sen iki evliydin değil mi? Son isteğim şu:
-Senin küçük karıyı soluma, büyük karıyı da sağıma yaturacaksın. Allah canımı alacaksa böyle alsın.

 

İLK DERS

1993 Yılının Ocak ayındayız. Öğretmenliğe başlayalı sadece üç gün oldu. Okuldaki masa , oturak ve diğer eksikleri yeni yeni gideriyorum. Buna rağmen okulumun birçok eksiği var. Bazılarının yaşı büyük, bazılarınınki küçük 15 öğrencim var. Okul uzunca bir süre kapalı olduğu için öğrenciler pek çok şeyi unutmuşlar. Öğrencilerin seviyelerini tespit amacıyla küçük bir kompozisyon ödevi verdim. Ödevin konusu “orman”dı.
Herkes düşüncelerini kısaca defterlerine yazdı. Sırayla hepsini kontrol ettim. Sıra sınıfın en büyük öğrencisine geldi. Yazısı da aynen konuşması gibiydi.
“Orman çok faydalu. Orman bize odunumuzu vörü, orman bize gıcımızı vörü, orman ineğimize ot da vörü. İneğimiz de bize süt vörü.”

 

PANTOLON

Üniversitede öğrenciyken harçlığımızı çıkarabilmek için ekstra işler de yapıyorduk. Yıllardır arkadaşımız olan Ercan okulu bitirdikten sonra bazı okulların korolarını çalıştırıyordu. Gösterilerde ve yarışmalarda korolara biz çalıyorduk.
Bu defa çalıştırdığımız okul bir kız lisesiydi. Kızların başında da henüz evlenmemiş otuzbeşlik bir genç öğretmen vardı. Her çalışmada bizimle beraber olur kızların disiplinini sağlamaya çalışırdı. İlk yarışmamız İstanbul elemeleri oldu. Yarışmayı birinci olarak tamamladık. Yarışmanın yapılacağı salona gitmeden önce kıyafetlerimizi okulda değiştirdik. Yarışmadan sonra okula döndük ve kıyafetleri aldık. Soyunma odasını kontrol etmeden oradan ayrıldık.
Aradan yaklaşık bir hafta geçti. Bölge yarışmasına hazırlanmak için yine çalışmalara başladık. Kızlar yerlerini aldı, sazlar yerini aldı ve tam türküye başlayacağımız sırada, bekar bayan öğretmen içeri girdi. Elinde bir erkek pantolonu vardı. Herkesin bakışları o tarafa döndü. Bayan öğretmen de Ercan’dan tarafa dönerek;
-Ercan Bey, geçen hafta pantolonunuz bizim evde kalmış, onu getirmiştim dedi…
Bizler bu olayın nasıl meydana geldiğini biliyorduk ama pantolonun soyunma odasında unutulan pantolon olduğunu öğrencilere izah etmek oldukça zor oldu.

 

ORHAN VELİ

Fakültenin ikinci sınıfındaydık. Türkçe Dilbilgisi dersinin öğretmeni hararetle dersini işlerken arkadaşlarımızdan biri konuyu değiştirdi. Bu tür oyunlara kolayca aldanan hoca hemen atladı ve yeni konuya balıklama daldı. Artık dersin konusu şiir ve şairlerdi.
Hocanın Orhan Veli’ye karşı aşırı duyarlı olduğunu bildiğimiz için konu döndü dolaştı Orhan Veli’ye geldi. Hocamız Orhan Veli’nin şiirlerini aşırı müstehcen bulduğunu, hatta bazı şiirlerini ahlaksızlık olarak niteledikten sonra kendisinin de şair olduğunu ve şu ana kadar 4000 dörtlük yazdığını birkaç kez yineledi. Dörtlük sayısı 10.000 olunca kitap bastıracağını da söyleyince ilk müşterisinin de biz olacağımızı söyledik. Kendisiyle hangi niyetle konuştuğumuzu anlamaktan aciz hoca sesini yükselterek konuşmaya devam ediyordu.
-Benim şiirlerim başkalarınınki gibi müstehcen değildir. Benim şiirlerimde duygu vardır, aşk vardır. İsterseniz size birkaç dörtlük okuyayım.
-Tabi ki isteriz Hocam, ilk müşterisi olacağımız kitabın ilk dinleyicisi de olmak isteriz dedim. Hoca başladı.
Bahçalarda erik,
Kayalarda gedik,
Dediğimiz dedik,
Derken başlar, gülme.

Yandı gülüm keten helva,
Tanrım gönder bana selva,
Ey bahçıvan kızı,
Hani bana elma.

Şiir bitince bütün sınıf bağıra bağıra gülüyorduk. Ama hoca durmuyordu.
-Ne oldu çocuklar, neden gülüyorsunuz? Haaa! Anladım, şiiri müstehcen buldunuz. Yahu ne var bunda. Kızdan sadece elma istedim.

 

ŞEHZADELERİN ÖĞRETMENLERİ

Sosyal Bilgiler dersinin konusu Selçuklu ve Osmanlı dönemleridir. Şehzadelerin kim oldukları anlatıldıktan sonra bunların nasıl eğitildikleri de anlatılır.
Selçuklu şehzadelerinin eğitimini veren kişilere Atabey, Osmanlı şehzadelerini yetiştiren kişilere ise Lala adı verildiği öğretmen tarafından detaylarıyla anlatılır.
Dersin yarısında kapı vurulur ve sınıfa müfettiş gelir. Öğretmen masasına oturur ve dersi izlemek istediğini söyler. Bunun üzerine öğretmen dersine devam eder. Yeni anlattığı konuyu iyi kavradıklarını düşünerek ve birazda kendisine güvenle şehzadeler konusunda sorular da sorar.
-Söyleyin bakalım, Selçuklu Şehzadelerinin öğretmenlerine ne denir?
-Atabey denir, öğretmenim.
-Pekiyi, Osmanlı Şehzadelerine ne denir?
Arka sıralardan bir el kalkar ve hemen ayağa fırlar.
-Ben söyleyim mi öğretmenim. Osmanlı Şehzadelerinin öğretmenine MALA denir.

İSİM – ŞEHİR

Okumayı yeni öğrenen küçük sınıflarda pekiştirme için bazı oyunlar oynanır. İsim-şehir oynamak ta bunlardan biridir.
Trakya’nın bir okulunda da bu oyun oynanmaktadır. Öğretmen bir harf söyler, öğrenciler aynı harfle isim, şehir, hayvan adı vb. kelimeler bulmaya çalışmaktadır.
Öğretmenin en son verdiği harf O’dur.
Çocuklar “O” harfi ile bir hayvan adı söyleyebilir misiniz?
Sınıfın hareketli çocuklarından biri ayağa fırlar ve yüksek sesle tam bir Trakyalı ağzıyla bağırır.
-OROZ !

 

DEFTER – KİTAP

İngilizce öğretmeni sınıfta derslere yeni başlamıştır. Konya’nın merkez okullarından birindedir. O günkü konusunu bitirir ve anlatılanların ne kadar öğrenildiğini anlamak için sınıfını kontrol etmek ister.
-Çocuklar anlattıklarımı defterinize yazdıysanız lütfen defter ve kitaplarınızı kaldırın.
Öğretmen bunları söyler ve yoklama kağıdını imzalamak için masasına döner. İşi bittikten sonra sınıfa döner ve gözlerine inanamaz.
Bütün öğrenciler kitap ve defterlerini ellerine alıp yukarıya doğru kaldırmışlardır.